Biz, kayıplarımızın dökümünü tesbit etmeye teşebbüs etsek uzun zaman geçse de başaramayız. Birkaç asır sürecinde kayıplarımızın sebebini kabullenemiyoruz.
Üstümüze konduramadığımız için hep kayıplarımızın sebebini başkalarına yüklemeye kalkışıyoruz. Bunu en veciz bir ifade ile beyan buyuran Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dile getirmiştir. “İlim müminin kayıbıdır.” Bu beyan gösteriyor ki, kaybeden mümindir. Müminler, öncelik ve özellikle Kur’an ilmini kaybedince tutunacak hiçbir dalları kalmadı. İşte işin özü ve özeti burada yatıyor.
Böyle bir negatif gelişme İslam coğrafyasını sardı. Sonunda fırsatçı bir irade gelip bunu fırsat olarak kullandı. En köklü medeniyeti kökünden kazıdı. Artık kayıplar sayılamayacak boyutları aştı. Elde doğal insan kalmadı. İdealleri de buharlaştı.
Kudreti ve hikmeti sonsuz Rabbimiz onlar hakkında açıklama yapıyor; Ey müminler sizden kim dininden dönerse Allah, müminlere karşı mütevazi, kâfirlere karşı izzetli, kendisinin onları seveceği, onların da kendisini seveceği bir kavim getirir. Onlar Allah yolunda cihad ederler. Kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın Lütfü inayetidir ki onu kime dilerse ona verir. Allah ihsanı bol, ilmi sonsuz olandır. (Maide:5/54) Rabbimiz Kur’an ilimlerini yok sayan tefrikacıları yok ediyor.
Onların kalplerinde bir hastalık var mıdır? Yoksa şüphe mi ediyorlar? Yoksa onlar, Allah’ın ve Peygamberinin haksızlık edeceklerinden mi korkuyorlar? Hayır. Onlar zalimlerdir. (Nûr:24/50) Hele şu korkunç halimize bir bakar mısınız?
Bugün Gazze’de başlarını sokacak yuvaları kalmayan asrın mümin yiğitleri, ölümü unutmuşlar. O kahramanlar hâlâ direniyor ve dayanıyorlar. Üstelik komuta koordinasyonu kalmadığı halde fırsatı buldukça dengesiz ve zâlim düşmana zayiat veriyorlar. Yılma nedir bilmiyorlar. Bir de dönüp kendimize bakıp sorgulayalım.
Bu sorgulamamız istisnaî bir sorgulama niteliğinde olsun. Türkler İslam’ın hizmetine girdiler. Hem ilimde hem sadakatte ve hem de adalette dünyaya İslam medeniyeti gücünü ve ruhunu göstererek yaşattılar. Fakat ne zaman ki inanmış insanlar İslam medeniyeti birliğini, dünya görüş ve yaşayışları ile yorumlayıp yaşamaya yöneldiler, işte o zaman Kur’an’dan kopuş başladı. Sonra çöküş kaçınılmaz oldu.
Şimdi biz, başlattığımız animasyon çalışmaları ile Kur’an’ın değişmez ilkelerini yaşamaktan başka çaremiz yoktur, diyoruz. Bütün mümin olan müslümanların Kur’an’ın beyanlarına mutlak manada inanıp bağlanmaları imanlarının gereğidir. Çünkü “halis; katıksız din yalnızca Allah Teâlâ’nındır.” Allah Teâlâ’nın Halis dinine de ancak halis insan uygundur. Bu halis insan da doğal insandır. Öyle ise insanların, Allah Teâlâ’nın Halis dinine yeniden dönmeleri gerekir. Bunun olmaması felakettir.
Kur’an’ın bunca net ve muhteşem beyanları istikametinde insan yetiştirmek gerekiyor. İşte biz de animasyon hikâyesi yazmaya başlarken doğal, bilge, dürüst, ciddi ve iyiliksever bir karakter seçtik. Bu karakterin nerden geldiği ve isminin ne olduğu bilinmediği için adı “Büfeci” olarak anıldı. Çevrede bu isimle tanındı.
İsmini kimsenin bilmediği, büfeci güler yüzlü, kibar yapılı orta yaşlıdır. Dik duruşu, ciddi oluşu, müşterilerine saygılı, çocuklara merhametli, işinde tertipli, mekânı temiz ve düzenli bir beyefendidir. Müşterilerinin gelenine gidenine, büyüğüne küçüğüne, yaşlısına çocuğuna, kadınına erkeğine güven veren medeni bir insandır. Ürünleri kaliteli, doğal ve fiyatları dengelidir. Onun için güvenilir, sevilir biridir.
Bu özellikleri ile çocukların, gençlerin ve insanların güvenini kazanır.
İşte biz “O insanı” arıyoruz. Hep berber olalım! Esselamu aleykum
İlhan Oral