Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerinden biri olan laiklik, 5 Şubat 1937’de Anayasa’ya girdi. Ancak ilginçtir ki, bu kavram anayasaya dahil edilirken doğrudan bir tanım yapılmadı. Peki, bu tarih ne anlama geliyordu? Laiklik, o gün anayasaya girdi ama tanımı neden yapılmadı? Ve bugün Türkiye’de laiklik kavramı nasıl yorumlanıyor?
1937: Siyaset ve Hukukun Kesiştiği Bir Dönemeç
1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye, büyük bir dönüşüm sürecine girdi. Hilafetin kaldırılması (1924), tekke ve zaviyelerin kapatılması (1925), Medeni Kanun’un kabulü (1926) gibi reformlarla, devletin dini kurumlarla bağları sistemli bir şekilde zayıflatıldı. 1931’de CHP’nin programına giren laiklik ilkesi, 1937’de anayasaya taşındı. Anayasa’nın 2. maddesi şu şekilde değiştirildi:
“Türkiye Cumhuriyeti; Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.”
Ancak dikkat çekici olan nokta şuydu: “Laiklik” kelimesi anayasaya girdi ama nasıl tanımlandığı belirtilmedi. Bu, bilinçli bir tercih miydi?
Laikliğin Tanımsız Bırakılması: Stratejik Bir Seçim mi?
Laikliğin anayasada doğrudan tanımlanmaması, dönemin siyasi gerçekleriyle de yakından ilgiliydi. Atatürk ve dönemin reformist kadroları, laikliği zaten yapılan reformlarla somut bir şekilde uyguluyordu. Hukuki ve kurumsal dönüşümle laiklik fiilen hayata geçirilmişti. O dönemde laikliğin tanımı yerine uygulamaya ağırlık verildi.
Bu durum, Fransa’daki laiklik anlayışına benzer bir yapı ortaya çıkardı. Fransa’da da laiklik tanımlanmıştır benimsenmiş ve uygulamada şekillendirilmişti. Orada her vatandaş için aynı sekilde anliyor.
Bizde herkese göre farklı anlaşılıyor.
Türkiye’de de laiklik, devlet ve din işlerinin ayrılması, hukukun dini kurallardan bağımsız hale getirilmesi ve bireylerin dini inançlarında serbest olması şeklinde yorumlandı. Ancak anayasada doğrudan tanımlanmadığı için ilerleyen yıllarda farklı siyasi çevreler tarafından farklı biçimlerde yorumlandı.
28 Şubat: Laiklik Bir Baskı Aracı mı?
Türkiye’de laiklik, yıllar içinde farklı yorumlara açık hale geldi ve kimi dönemlerde siyasetin en sert tartışma konularından biri oldu. 28 Şubat 1997’de yaşanan “postmodern darbe” süreci, laiklik adına yapıldığı iddia edilerek birçok insanın mağduriyetine neden oldu. Dini inançlarını kamusal alanda yaşamak isteyenler, üniversitelerden atıldı, kamudan uzaklaştırıldı, baskı gördü. “Laiklik elden gidiyor” söylemi üzerinden gerçekleştirilen bu süreç, aslında laikliğin nasıl bir siyasi araç olarak kullanıldığının da göstergesiydi.
Bu süreçte en çok dikkat çeken olaylardan biri de bir şiir okuyan bir siyasetçinin laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle hapse atılmasıydı. Bugün o şiir, okul kitaplarına girmiş durumda. Peki, laiklik gerçekten bu muydu? Laiklik bir şiiri yasaklamak mıydı? Ya da bir dönemin suç saydığı şey, bir başka dönemde devletin resmi müfredatına girebiliyorsa, o halde laiklik gerçekten tanımlanmamış mıydı?
Aslında mesele tam da burada düğümleniyor. Laiklik, anayasaya 1937’de girdi, ama tanımlanmadı. O günden bu yana her kesim, kendi ideolojik bakış açısına göre laikliği yorumladı ve kullandı. Laiklik bir dönem dini pratikleri baskılayan bir araç olarak görülürken, başka bir dönemde siyasal İslam’ın önünü açan bir güvence gibi sunuldu.
Laiklik Tanımlanmalı mı?
Türkiye’de laikliğin farklı şekillerde yorumlanmasının en büyük sebebi, 1937’den beri bir tanım getirilmemiş olmasıdır. Bugün bile herkes laikliği kendi istediği yöne çekiyor. Kimisi laikliği din karşıtlığı olarak tanımlarken, kimisi de onu devletin dini kontrol etmesi olarak görüyor. Oysa laiklik, bireyin inanç özgürlüğünü de kapsayan bir ilke olmak zorundadır.
Şu soru hâlâ geçerliliğini koruyor: Türkiye laikliği net bir şekilde tanımlayabilecek mi? Eğer bu tanım yapılmazsa, laiklik bir kesimin diğerine baskı kurduğu bir araç olmaya devam edecek mi? Yoksa herkesin özgürce yaşayabileceği bir çerçeveye mi oturtulacak?
Belki de laikliğin anayasaya girdiği 1937’den bugüne en önemli eksiklik, bu tanımın yapılamamış olmasıdır. Net çizgilerle herkesin anlayacağı şekilde
Bugün de tartışmalar bunun üzerinden devam ediyor ve muhtemelen yıllar boyunca da devam edecek. O halde soruyu yeniden sormak gerekiyor: Türkiye için laiklik nedir? Ve bu tanım ne zaman yapılacak?