Bir elinizde kötülük, bir elinizde Kur’an…
Bir helaldir işiniz, bir haram…
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kâfirsiniz ne de tam Müslüman…
Hayat bir denge meselesi mi, yoksa insanın kendi içinde kaybolduğu bir çıkmaz mı? Günümüzde vicdan ile menfaat arasında sıkışıp kalmış, doğrular ile yanlışları iç içe geçmiş bir hayat yaşıyoruz. Sözde inançlıyız, ama menfaatlerimize dokunulduğunda ilk vazgeçtiğimiz değerler de yine inançlarımız oluyor. Öyle bir ikiyüzlülük içinde yaşıyoruz ki bazen farkında bile olmadan hem adaletten bahsediyor hem de zulmün bir parçası olabiliyoruz.
Kimi zaman doğruluğu savunuyor, ama çıkarımız uğruna gözümüzü kapatıyoruz. Kimi zaman iyiliğe çağırıyor, ama kötülük karşısında susuyoruz. Kendi hatalarımıza bahaneler buluyor, ama başkalarının eksiklerini affetmiyoruz. İşimize gelince dinin emirleriyle hareket ediyor, işimize gelmeyince de görmezden geliyoruz. Oysa hakikat, yarım yamalak yaşanmaz.
Bu dünya, bize sunulmuş bir imtihan sahnesi. Ama biz, bu sahnede gerçek rolleri değil, bize uygun düşen maskeleri takıyoruz. Hem dünyayı istiyoruz hem ahireti; hem özgürlüğü istiyoruz hem teslimiyeti… Ama gerçekte ne tam anlamıyla dünyaya aidiz ne de tam anlamıyla ahirete hazırlanıyoruz. Boşa tüketiyoruz zamanımızı, boşa harcıyoruz hayatı.
Oysa insan, ya bütünüyle inanır ve yaşar ya da kendini kandırır. Arada kalmak, ancak ruhu çürütür. Peki, biz gerçekten nerede durduğumuzun farkında mıyız?
Bu soruyu kendimize sormadan, bir adım ötesine geçemeyeceğiz…