Tarih bize gösteriyor ki, büyük imparatorluklar yükselir, zirveye ulaşır ve bir noktada kaçınılmaz olarak gerilemeye başlar. Osmanlı’da bu sürecin sembolik başlangıcı, II. Mahmud’un kendine özel bir taht yaptırması olarak görülebilir. Bu olay, Osmanlı’nın geleneksel gücünün ve devlet anlayışının çözülmeye başladığının bir göstergesiydi. Sonrasında gelen reformlar ve Batı taklitçiliği, köklü bir devleti içten içe aşındırdı.
Bugün de benzer bir süreci Amerika’da izliyoruz. Donald Trump, kendini “kral” gibi görerek hareket eden bir lider. Ancak tarih, böyle figürlerin genellikle bir devrin sonunu işaret ettiğini söylüyor. Tıpkı Osmanlı’nın çöküş sürecine girdiği gibi, Amerika da artık bir gerileme dönemine girmiş durumda. Küresel dengeler değişiyor ve eski imparatorlukların yerini yeni güç merkezleri alıyor.
İngiltere, tarih boyunca pragmatik ve çıkar odaklı siyaset izlemiş bir ülke. Avrupa Birliği’nden ayrılması, kendi bağımsız yolunu çizme niyetinin açık bir göstergesiydi. Şimdi ise Rusya ile yakın bir isim üzerinden yeni bir strateji kurabilir. Türkiye de bu denklemin önemli bir parçası. Zira tarih boyunca Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan süreçte hep büyük güçlerin merkezi oldu. Eğer İngiltere ve Rusya ortak bir plan yaparsa, ABD’yi devre dışı bırakmaları hiç de imkânsız değil.
Sonuç olarak, dünya yeni bir dönüşümün eşiğinde. Tarih, büyük güçlerin sürekli yer değiştirdiğini ve zirvede kalmanın hiçbir ülke için sonsuz olmadığını gösteriyor. Osmanlı bir zamanlar dünyaya hükmederken nasıl gerilediyse, Amerika da benzer bir sona doğru ilerliyor olabilir. Bu süreçte Türkiye gibi ülkelerin akıllı ve dengeli politikalarla doğru hamleler yapması, gelecekte dünya sahnesinde nasıl bir yer edineceğini belirleyecek.