Ne nerede doğacağımızı, ne zaman ve kiminle dünyaya geleceğimizi biz seçmiyoruz. Kimimiz altın kaşıkla doğarken, kimimiz elinde çapayla hayata gözlerini açıyor. Hayat adil değil belki ama her şey de başlangıç çizgisinde bitmiyor. Çünkü insan, tıpkı bir çiçek gibi, nerede olursa olsun açmak zorunda. Ve açmak isteyen her çiçek, toprağın ne kadar sert olduğuna aldırmadan, güneşe ulaşmak için köklerini derinlere salar.
Ama insanoğlu çiçekten farklıdır. Çünkü o, hazır yollardan yürümeyi sever. Çabasız, emeksiz, mücadele etmeden en iyisini ister. Oysa hayat, ter dökenin, direnin, pes etmeyenin yanındadır. Bir gül olabilmek için hangi bahçede doğduğun değil, hangi kokuyla anıldığın önemlidir. Senin mücadelen, senin öz kokundur. Ve unutma, mis gibi kokan hiçbir şey, zahmetsiz yetişmez.
Hazıra gelen her şey, bir tür köleliktir. Bir başkasının emeğiyle var olmak, kendi varlığını inkar etmektir. Oysa gerçek varoluş, alın teriyle gelir. Zorluklar, engeller, yokuşlar… Hepsi aslında senin içindeki gücü keşfetmen için var. Tıpkı kayalar arasında açan bir çiçek gibi… Kimse onu sulamaz, kimse ona ilgi göstermez, ama o yine de açar. Sadece var olmak için değil, varlığını hissettirmek için.
İnsan da öyle olmalı. Hazır yoldan gitmek yerine kendi yolunu çizmelisin. Mücadele etmelisin. Çünkü gerçekten yaşamak, sadece nefes almak değil, yaşamını hissettirmektir.